Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi’nde konuştu. Erdoğan, “İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp-inanmamak, yaşayıp-yaşamamak elbette bir tercih meselesidir; ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur” dedi.
Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan dikkat çeken açıklamalar geldi. Erdoğan, “Şeriata düşmanlık dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak tercih meselesidir ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur” ifadelerini kullandı.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’DAN DİKKAT ÇEKEN AÇIKLAMALAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şu şekilde; “Diyanet Akademisi Başkanlığı Birinci Dönem Aday Din Görevlileri mezuniyeti vesilesiyle bir aradayız. Böylesine güzel bir atmosferde, böyle anlamlı bir program münasebetiyle gönüllerimizi kavuşturan rabbime hamdediyorum. Diyanet İşleri Başkanımıza ve Diyanet yönetimine de bu güzel buluşma için ayrıca teşekkür ediyorum. Bugün Diyanet teşkilatımızı ve din görevlilerimizin mesleki eğitimi adına gerçekten önemli bir merasim yapıyoruz. Aslında uzun yıllara sari bir emeğin ve projenin meyvesini almanın mutluluğunu hep birlikte yaşıyoruz. 8 aylık bir süreç ve 33 ayrı mekanda devam eden kurslar… Gerçekten bu bir azmin, bir kararlılığın ifadesidir. İlk olarak 2012 yılında hukuki altyapısını oluşturmaya başladığımız Diyanet Akademisi’nin 10 yılı bulan yoğun ve titiz çalışmaların ardından 2022 yılında hayata geçirdik. Akademinin kurulmasıyla birlikte Diyanet camiamız meslek öncesi eğitim ve mesleki eğitim noktasında son derece mücehhez bir yapıya kavuştu. Kuruluş sürecinde mevzuat alanındaki eksikler de giderildi.
“DİN HİZMETLERİNİN NİTELİĞİNİ DAHA DA ARTIRACAĞIZ”
Müezzin, kayyım, imam hatip, kuran kursu öğreticisi ve vaiz olarak görev yapacaklar için 6 ay ile 3 yıl arasında meslek öncesi eğitim mecburiyeti getirildi. 1976 yılından beri hizmet içi eğitim şartlarında 3 yıla kadar devam eden ihtisas ve kıraat eğitimleri, müstakil ve yasal bir çerçeveye oturuldu. Diyanet İşleri Başkanlığımızın merkez ve taşra teşkilatlarında yapılan her tür ve düzeydeki eğitimleri tek çatı altında topladık. Böylece verilen din hizmetlerinin niteliğini daha da artıracağız. Diyanet mensuplarımızın mesleki donanımını tahkim edecek, sadece kendi insanımıza değil, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza ve kardeş halklara da çok daha iyi hizmet götürülmesini sağlayacak, Diyanetimizin kurumsal, beşeri ve ilmi kapasitesini her alanda ileriye taşıyacak kritik bir kurumu başkanlığımızın hizmetine sunmuş olduk.
“DİYANET CAMİAMIZ İNŞALLAH DAHA DA GÜÇLENECEK”
Biz de önce Başbakan ardından da Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk günden itibaren akademi ile ilgili tüm safahatı bizzat yakından takip ettik. Hamdolsun bugün de akademimizin ilk dönem kursiyerlerinin mezuniyetini görmenin bahtiyarlığı içerisindeyiz. Diyanet Akademisi Başkanlığı uhdesindeki 8 aylık eğitim süreçlerini başlarıyla tamamlayan 4537 aday din görevlimizi tebrik ediyorum. Akademide Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh gibi temel İslami ilimlerin yanı sıra dini musiki ve Kur’an kursu öğreticilik formasyonu dersleriyle kendilerini teçhiz eden kardeşlerimi gönülden tebrik ediyorum. Mezunlarımızın 3120’si imam hatip, 250’si müezzin kayyım, 1167’si ise Kur’an kursu öğreticisi olarak görev yapacak. Bu kardeşlerimizin de görevlerine başlamasıyla birlikte Diyanet camiamız inşallah daha da güçlenecek.
“TÜRK DEMEK AYNI ZAMANDA MÜSLÜMAN DEMEKTİR”
Kur’an ve Sünnet’e sıkı sıkıya sarılan, İslam’da adeta kendini bulan ecdat; “Allah Allah” nidalarıyla huzuru, adaleti, emniyeti, güveni, barışı ve kardeşliği üç kıta, yedi iklime kadar ulaştırmıştır. Zaman zaman hadisle alay eden, hadisi küçüçmseyen bazı kendini bilmezleri hep görüyoruz, duyuyoruz ama biliyorum ki sizler bunlara zaten gereken dersi verecek ve hepimiz Kur’an’a, hadise sıkı sıkıya sarılmak suretiyle bugüne kadar İslam nasıl güçlü şekilde gelmişse bundan sonra da güçlü şekilde kıyamete dek gidecektir. Yaklaşık bin yıldır Türkler İslam’ı, İslam da Türkleri muhafaza etmiş; Türkler İslam’ın, İslam da Türklerin kılıcı olmuştur. Tarih kitaplarına şöyle bir göz attığınızda karşınıza çıkacak hakikat şudur: Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir.
“ŞERİATA DÜŞMANLIK ESASINDA DİNİNİN BİZATİHİ KENDİSİNE HUSUMETTİR”
Üstat Necip Fazıl, bu gerçeği, çarpıcı bir dille bakınız nasıl ifade ediyor: “İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle… Yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım. Allah’ın inâyeti ve resulünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun!.” Dolayısıyla İslam’ı Türk’ten, Türk’ü de Din-i Mübin-i İslam’dan koparan, ayrıştıran, arasına sahte duvarlar ören anlayışın bu topraklarla hiçbir illiyeti yoktur. Son dönemde Türkiye karşıtı kimi çevreler tarafından aynı amaca hizmet eden çift kulvarlı bir kampanya yürütüldüğünü görüyoruz. Bunlardan ilki, lümpen faşistlerin gündeme getirmeye çalıştığı “İslamsız Türklük” tanımlarıdır. Milletimizin İslam’a ve Kur’an’a hizmetle geçen 1300 yıllık şanlı tarihi, bu şekilde yok sayılmaya çalışılıyor. Böylece milletimizi ayakta tutan, milletimize asli kimliğini kazandıran tarihi, kültürel ve beşeri değerleri tahrip edilmek isteniyor. Çok açık ve net söylüyorum. İslam’ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge haline getirme teşebbüsüdür. Burada gaye milletin mayasını bozmak, dışarıdan sarsamadıkları kaleyi içeriden çökertmek, mümkünse teslim almaktır. Kampanyanın ikinci kulvarında ise farklı maskeler altında sahnelenen “şeriat” düşmanlığı vardır. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp-inanmamak, yaşayıp-yaşamamak elbette bir tercih meselesidir; ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. Dahası her iki tartışmanın da “Kelime-i Tevhitten” habersiz, “Elifi görse mertek zanneden” cahil-cühela kesimlerce köpürtülmesidir.
ÖZEL’E TEPKİ: DİN EĞİTİMİ VERİLMESİNE ORTA ÇAĞ ZİHNİYETİ DİYORLAR
Düşünebiliyor musunuz? Bu ülkenin hukuku savunmakla görevli olan kimi baroları çıkıyor, Kelimeyi Tevhit lafzının yazılı olduğu bayraktan rahatsız oluyor, hatta son derece edepsiz ifadelerle suç duyurusunda bulunabiliyor. Bu ülkenin kendini sanatçı diye tanımlayan kimi şahsiyetleri, inancını dosdoğru yaşamaktan başka gayesi olmayan milyonlarca vatandaşımızı gerici-yobaz-mürteci diyerek tahkir edebiliyor. Bu ülkenin en büyük siyasi partisinin genel başkanı, çocuklara din eğitimi verilmesine “orta çağ zihniyeti” deme gafleti gösterebiliyor. Milletimizin evlatlarına mukaddes kitabını, peygamberini, inanç değerlerini öğretmesi karşısında bunları adeta hafakanlar basıyor. Bu tür menfi örnekleri daha uzatmak mümkündür. O kadar vaktimiz yok. Yaşadığımız her hadisede şu acı verici duruma daha fazla şahit oluyoruz. Maalesef, ülkemizde özellikle tek parti dönemiyle başlayan, daha sonra vesayet dönemlerinde artan “kimliksizleştirme” politikaları, bu toprakların nasıl vatan kılındığını bilmeyen, milletimizi millet yapan hasletlere bigâne olan, Türkiye’ye dair hiçbir tasavvuru, hiçbir emeli, hiçbir endişesi olmayan zihni ve kalbi sömürgeleştirilmiş bir güruh ortaya çıkarmıştır. Bu güruhun ayırıcı vasfı, cehaletinden kaynaklanan kibridir, nobranlığıdır, kendi insanına karşı hiçbir had-hudut tanımamasıdır. Bunlar bir kez olsun içinde yaşadığı toplumu; tarihi, inancı, kültürü ve kutsallarıyla anlamaya hiç uğraşmadılar. Bunun yerine Anadolu insanına başkalarının penceresinden bakarak aşağılamayı tercih ettiler.
“CEHALETİN KONFORUNU, BİLGİNİN ZAHMETİNE TERCİH ETTİLER”
Hatta çoğu zaman özendikleri ve özendirildikleri batı kadar bile, kendi insanını tanıma gayreti göstermediler. Millete ait tüm kadim değerleri “gerilik emaresi” olarak gördüler. Giydiği kılık-kıyafetine göre insanımızı ayırdılar, ötekileştirdiler. Modernliği ve ilerlemeyi bir gardırobun iki kapağı arasına hapsettiler. Önyargılarını kırmaya cesaret edemedikleri gibi; aynı havayı, toprağı, çevreyi paylaştıkları toplum kesimleriyle fikri, sosyal ve kültürel birliktelik geliştirmediler. Cehaletin konforunu, bilginin zahmetine tercih ettiler. Atalarımız, “insan bilmediğinin düşmanıdır” demişlerdir. Bunlar da bilmedikleri, dahası anlamaya tenezzül dahi etmedikleri insanlara, değerlere ve sembollere karşı kör bir husumet beslediler.
“ŞERİATA YÖNELİK PERVASIZLIKLARIN TEMELİNDE CEHALET HASTALIĞI VARDIR”
Türkiye’de, sayıları az da olsa kimi çevrelerde “şeriata” yönelik sergilenen pervasızlıkların temelinde cehalet ve bilgisizlik hastalığı vardır. Ülkemizde, en azından bir kesimin, içinde bulunduğu cehalet karanlığında giderek daha fazla boğulduğunu görmekten üzüntü duyuyoruz. İnşallah el ele verip, sizlerin de samimi çabalarıyla milli bünyemize tehdit teşkil eden bu cehalet karanlığını yırtıp atacağımıza inanıyorum. Burada, eminim sizlerin çok yakinen aşina olduğu bir kıssayı paylaşmakta fayda görüyorum. “İmam-ı Azam Ebû Hanîfe hazretleri bir gün yolda yürürken bir çocuğun çamura düştüğünü görür. İmam-ı Azam Hazretleri ona “bundan sonra düşmemek için daha dikkatli ol” der. Bunun üzerine çocuk, “Ey Müslümanların imâmı! Benim düşmem çok mühim bir iş değildir. Tekrar ayağa kalkmam da kolaydır. Hem ben düştüğüm zaman yalnız başıma düşmüş olurum. Ancak senin düşmenle bütün âlemdüşmüş olur. Senin tekrar ayağa kalkman da gerçekten zor olur.” cevabını verir. Zihnin dinamik halini görüyor musunuz? İşte ben karşımdaki hocalarımdan bunu bekliyorum. İnşallah erkeğiyle, kızıyla yeni nesli bu şekilde siz yetiştireceksiniz.”